ALIŞ/MA… ACI/RSIN!

Hayat yolundaki yürüyüşümüze, yapışık ikizimiz gibi ömrümüz boyunca eşlik eden, bu yolu bazen renklendirirken, bazen de doğduğumuza pişman eden, vazgeçilmez olduğu kadar da baş belası bir yol arkadaşıdır alışmak. Edinildiği andan itibaren artık ne onunla, ne de onsuz olunabilen, sinsi bir virüs gibi hücrelerimizi ve doğru düşünme yetimizi bazen sekteye, bazen de felç etme noktasına taşıyabilen ve insanı iradesinin iflasına kadar götürebilecek kadar tehlikeli bir duygudur alışmak. Atalarımız “alışmış kudurmuştan beterdir” vecizesini sanıyorum bu tehlikeye işaret etmek ve bu tür duygu durumları için söylemiş olsalar gerek.


Bendenizin üzerine vazife olmayan konularda, ahkam kesmesine “alıştı” iseniz, izninizle alışmak konulu diyalogumuza başlayabiliriz. Bu arada sitemizi, tahminlerimin ve tahminlerin çok üzerinde bir sayı ile de ziyaretlerinize de, şahsım ve gazetem adına büyük bir memnuniyetle “alıştığımı” söylemeden de geçemeyeceğim.


O kadar geniş bir yelpazeyi, daha doğrusu bir anlamda hayatın bütününü kapsayan bu duygunun, insana neler getirip, ondan neler götürdüklerini de tüm ayrıntıları ile veremeyeceğimi de biliyorum, artı ve eksilerim affola.


Değerli Okurlar;
İnsan, yaşadığı çevre, coğrafya, sosyal konum, ekonomik ve sosyal koşullar v.b. koşullar ve doğası gereği 3 şeye alışır. 1.İyiye, 2. Kötüye, 3. Mevcut olana. 
Eğer isteklerinizi güçlü bir irade örneği göstererek, daha, daha, daha da fazlası için hırsınıza yenilip, çılgınlık ve sapkınlık noktasına taşımamayı başarabilirseniz, birinci ile “olabildiğince” mutlu mesut yaşar ve gidersiniz.


“Mevcut olana” boyutuna gelince;


İnsan düşünceleri, duyularının ona hissettikleri ölçüde gelişir ve olgunlaşır. Denizi hiç görmemiş birine denizi, muzu hiç tatmamış birine nasıl muzu özlettiremez ve hayal ettiremez iseniz. Ömründe bir tek kez kent yaşantısı içinde olamamış birine, şehir hayatının hasretini çektiremezsiniz. Çünkü o, hayatında hiç gel-git yaşamamış, ömrü tümü ile tek düzelik ve monotonluğun en uçlarında geçmiştir. Çünkü o başkasını ne görmüş, ne de yaşamıştır. Onun yaşamı sadece alıştıkları ve alışageldiklerinden ibarettir. Hayatını allak bullak etmesi gereken olumsuzluklara da tepkisizliği de işte bu yüzdendir. Onun içindir ki daha iyi ve daha kötülerini görmüş olanların kendilerine dayatılanlara itirazlarına ne anlam, ne de hak verebilir. Ve hatta çoğu kez de onları sorun üretme, doyumsuzluk, aç gözlülük ve bozgunculukla suçlar.


Tabi böyle bir yaşam biçimi ile süren ve sonlanan bir hayatın da, dünyada insanlar için yaratılmış ne kadar çok şeyin varlığından habersiz bir şekilde, görmeden, dokunmadan, tatmadan, işitmeden ve dolayısı ile hissetmeden, sadece alıştıklar ile yaşayıp, öyle ölmek şanssızlığı ile çekip gitmek zorunda olduklarını da belirtmeme gerek yok sanırım. Bazılarının “tıpkı koyun” gibi diyen iç seslerini duyar gibiyim. Onların şanslıları, en azından kurban edilirken veya kesilmek için mezbahaya getirilirken, göz ucuyla da olsa meranın dışında alışmadıkları bir doğa görebiliyorlar!


Sevgili Dostlar;


Sizce insan kötüye alışabilir mi, cevabı maalesef evet. Tabi bununda birden fazla nedeni var elbette. Kötüye alışmanın veya alıştırılmanın oluştuğu, oluşturulduğu zemin, şekil ve şartlar ile sindirme, baskı, korku, şiddet seçeneklerinden birini veya bir kaçını kullanarak DAYATMA ilk etapta sayabildiklerim.
İçki sigara uyuşturucu gibi bazen merak ve özenti, bazen çevresel etkenler, bazen de bunalımdan çıkış yolu olarak görülen ve edinilen, kişinin kendine zarar veren alışkanlıklar olduğu gibi, sistemin sürekliliğini sağlamak amacıyla dayatılan ve bireyin karşı durma güç, cesaret ve bilinci gelişmediği için de, zaman içersinde toplumsal bir boyut kazanarak, edinilen hak ve özgürlüklerden zorunlu kitlesel vazgeçişlere kadar varabilen ve bir ulusu yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakabilecek boyutta alışkanlıklar da olabiliyor ne yazık ki!


Değerli Dostlar;


Yaşamda iyi de, kötü de bir defa ile veya ilk adımla başlar. İnsan bir kez, bir şeye alışmaya, onu alışkanlık haline getirmeye ve bu zaafı yönetenler tarafından fark edilmeye görsün. İşte sonun başlangıcı da odur. O ilk adımı bazen atmak, bazen de atmamak insanın bireysel ve toplumsal gelişimi ile birlikte geleceğini de belirler. Toplumun top yekün kötü olana alışması salgın hastalık gibidir ve bilhassa geri bırakılmış toplumlarda kısa sürede onun bütün katmanlarını sarar ki, bunun pratikte de, tarihimizde,  tarihte de örnekleri çoktur. 


Eğer siz kendinize veya herhangi bir insana, gözünüzün önünde yapılan yanlış, haksızlık, baskı ve şiddete karşı durmayıp, sessizliği tercih ederek, korku kılıfına sarılıp bunu alışkanlık haline getirirseniz, bir gün sıranın size de geleceğini unutmayacaksınız. Sofranızdan göz baka baka çalınan ekmeğe sahip çıkmaz buna alışırsanız, bir gün aç kalacağınız gerçeğine de hazırlıklı olacaksınız. Eğer sizin veya bir başkasının işi haksız yere elinizden alınıyor ve bu rezilliğe de alışıp karşı durmuyorsanız, yarın sadece işinizle kalmayıp, eşinizin de dostunuzun da elinizden alınabileceği onursuzluğunu da yaşamaya mahkumsunuz. Doğa ve çevre katliamlarına umarsızca uzaktan bakıp, havada oksijenin, derede suyun, denizde balığın, ormanda ağacın tüketilmesine alışabiliyorsan, bir gün bayraksız, bir gün topraksız, bir gün vatansız kalmaya da, şimdi komşularının yaptığı gibi patlak botlarla denize açılıp, cesedinin bilmem hangi coğrafyanın sahilinde karaya vurmasına da hazırlıklı olmalısın. Sözde savaş kaçkını milyonlarca göçmenin ülkeni nerede ise istila edip, sofrandan her gün  bir dilim ekmeği çalmalarını içine sindirebiliyor ve bu asimilasyon provalarına alışabiliyorsan… 


Yani rüzgar ekmeyi göze alabiliyorsan, fırtına biçmeyi de hazırlıklı göze alabilmelisin! 


Şu tehlikenin sizin için her an pusuda hazır beklediğini asla aklınızdan çıkarmayın.


Birilerini “mutlu” eden alışkanlıkların devam edebilmesi, sizin “mutsuz” olacağınız alışkanlıklar edinmenize ve sürdürmenize bağlı.


Sonuç olarak diyorum ki;


Atasözleri söylenmiş olduğu zamanın şekil ve şartlarına göre vücut bulan ve anlam ifade eden sözlerdir ve bazılarının günümüzde asla yeri ve karşılığı olmadığı gibi, kişisel çıkar hesaplarını ön planda tutan öngördükleri  ve tavsiyeleri ile toplumu duyarsız, edilgen, sorumsuz, vurdumduymaz, bana neci ve kullanılmaya elverişli alışkanlıklar içine sokarak boğan ve pasifize etmeye yönelik son derece tehlikeli yanları vardır. Beni sokmayan yılan bin yaşasın. Elle gelen düğün bayram. Azıcık aşım, ağrısız başım. Devlet malı deniz…Suya sabuna dokunmamak. Gemisini kurtaran kaptan… Şeriatın kestiği parmak acımaz…Varsa pulun, herkes kulun, yoksa pulun, dardır yolun… Kaşınanların bundan da işine geldiği anlamı çıkarıp, atalarımıza ve tarihimize hakaret ettiğim anlamını çıkaracağından da adım gibi eminim.


Değerli Dostlar;


Canlı olan her şeye yapılan haksızlıklara itiraz etmemekle başlayıp, her şeye uyar duruma gelmek, bağımlılık kazanmak, yadırgamaz duruma gelmek gibi zihinsel arızalar göstererek, her şeyi kabullenmek duyarsızlığına kadar gelen ve KANIKSAMAK gibi, insanı insan olmaktan çıkaran, öldürmeyen ancak, ömür boyunca sürüngenleştiren hastalıktan korunmanın çaresi, kendimize ve canlı olana saygımızı her koşulda capcanlı ve dipdiri tutarak uyanık olmak ve bedeli ne olursa olsun hak ve özgürlüklerimizden zerre kadar feragat etmeden, bıkmadan, usanmadan ve yorulmayı kendimize yasaklayarak onurluca direnmektir. Çok kolay olmadığını biliyorum, zaten zor olan insan olabilmek, ve insan kalabilmek değil mi!


Ve eğer mutlaka bir şeyin alışkını olmak istiyorsanız;


 İyi de, güzel de, sevgi de, saygı da, barış da, kardeşlik de, bölüşmek de, paylaşmakta, alçak gönüllülük ve erdem de, vatan, millet, bayrak sevgisi de ulus olma bilinci de, Cumhuriyet değerleri de Atatürk ilke ve devrimleri de bir kol,  sevgi dolu bir yürek mesafesi kadar yakın.
Gidin insan olmanın vazgeçilmez ve değişmez alışkanı olun ve

Sevgi ile kalın,

 Bekir DEMİRCİ